TÜKENMİŞLİK SENDROMU
Çalışırken hafta sonlarını iple çeker ve kendi kendimize planlar yapar dururuz. Yok şunu yapacağım, yok bunu yapacağım. Ama gel gör ki o hafta sonu geldiğinde birde bakmışız ki; bütün enerjimiz bitmiş. Geriye koca bir çöp yığını kalmış. Benim de şu anki ruh halimin tam da özeti bu. İnternetten araştırayım dedim; lakin neymiş benim derdim diye. Google amca hemencecik te teşhisi koyuverdi. “Tükenmişlik Sendromu”
Tükenmişlik Sendromu, bireyin güç ve enerji kaybı sonrası iç kaynaklarındaki tükenmenin varlığıymış. Stres ile mücadele edememe durumu olarak karşımıza çıkar ve bizi etrafa bön bön bakan bir surata çevirirmiş. Doğru mu ? Doğru valla. Çoğumuz bu sendroma yakalanıyoruz da haberimiz yok aslında. Düşünüyorum da durup dururken niye tükendim böyle diye kendi kendime sorup duruyorum.
Yaşadığımız pek çok olayla baş edemez duruma gelme veya aşırı hüzünlenme de bu olaylara sebep oluyor aslında.. Geçen hafta ne yaşadıklarımı gözden geçiriyorum ve nokta atışı ile beni kör kuyuya atan hain sorunu elimle koymuş gibi buluyorum. Bir yerde kendi kendimin psikoloğu oldum desem yeridir. Şimdi doktora gidip te sana bir sürü ahiret sorusu sorup, gittiğine gideceğine pişman edeceğine; kendi kendinin psikoloğu ol daha iyi.
Neyse lafı uzatmadan konuya tekrar dönelim. Geçenlerde Facebook benim daha önce paylaştığım çocukluk, okul çağı ve gençlik yıllarına ilişkin fotoğraflarımı “ 7 yıl önce bunu paylaşmıştınız” deyip sözde bana iyilik yapacağına, deyim yerindeyse beni resmen dipsiz kuyuya attı. Bir el veren de olmadı ki o kuyudan çıkayım. Lakin debelenip durdum. Resimlere bakınca daha dün gibi hatırladığım ve en ince detaylarını bile tek tek anlatabileceğim hatıralar, zamanın ne kadar hızlı aktığını yüzüme şamar gibi yapıştırdı. Yengeç burcumun özelliğinden dolayı da bu travmatik durum karşısında 100 metre koşucusu gibi finişe doğru hızla koştuğumun farkına vardım. Şimdi bu durumda Facebook’ a karşı tazminat hakkım doğar mı doğmaz mı? Kardeşim sen dost musun, düşman mı? Sana ne benim çocukluk fotoğraflarından.
Fotoğraf karelerinden biri benim sünnet düğünüme ait. Karede rahmetli dedem, anneannem ve amcam ile hayatta olan anne, baba, kardeşler ve bir dünya yakın akraba var. İnsanın yaşı kaç olursa olsun çektiği acı veya mutluluğun şiddeti belleğine kazınır ve o anı unutmazmış derler. Kadın, çocuk doğururken; erkek çocuk ta sünnet olurken duyduğu acıdan dolayı o “ mesut “ anı unutmaz olurmuş. Hiç unutmam dedem sözde korkulacak bir şey yok duygusunu aşılamak için bana sürekli telkinlerde bulunurken aramızda şimdi bile hatırladığım şu konuşmalar geçmişti.
– “ Korkuyor musun yoksa?”
– “ Birazcık”
– “ Korkulacak bir şey yok, merak etme. Sadece ucuna boncuk takacaklar “
– “ Madem korkulacak bir şey yok, sadece boncuk takacaklar; o zaman sen gel otur buraya” dememle ne diyeceğini bilemeyen rahmetli dedem şaplağı enseme hafifçe patlatmış ve bana aynen şu tarihe geçen yatıştırıcı lafları etmişti.
– “ Bana bak asabımı bozma sünnetçiye kalmaz ben koparırım onu” deyince dedemin “ merak etme ucuna sadece boncuk takacaklar” lafının hikaye olduğunu anlamıştım.
Yani anlayacağınız buna benzer bir dünya fotoğraf benim zihnimde onarılmaz yaralar açmış ta benim haberim olmamış. Şimdi bunları tekrar gözden geçirip eski hatıraların o tadına doyum olmaz hazzını hissedince “ Tükenmişlik Sendromu”nun yerinde yeller esmeye başladı bile.
Galiba en iyisi anın tadını çıkarmak ve ona buna takılmadan, ince hesaplar yapmadan hayattan zevk almalı. Bak o zaman nasıl da mutlu oluyoruz.
Şu işe bakar mısın! İyileştik bir de millete tavsiyelerde bulunuyoruz. Siz bana bakmayın; keyfinize bakın. Herkese güzel hafta sonu diliyorum. Sağlıcakla kalın.