UMUDA YOLCULUKTA KAYBOLAN NESİL
2. Dünya Savaşı’nın ardından savaşın geride bıraktığı ekonomik enkaz inanılmaz boyutlardaydı. Tüm Avrupa yoksulluğun pençesinde boğuşurken savaşın mağlup devleti olan Almanya hem ekonomik olarak tekrar atağa geçmek ve küllerinden doğmak için hem vasıflı hem vasıfsız işgücüne ihtiyaç duymaktaydı. Avrupa’nın doğu bloğundan Yugoslavya ile birlikte İtalya , Türkiye, Portekiz ve Yunanistan bu işgücü talebine olumlu yaklaşmaktaydı. Çünkü ekonomik buhranın getirdiği işsizliğin ardından bu milli piyango ikramiyesi gibi bir şeydi.
30 Ekim 1961’de Almanya ile Türkiye arasında İşgücü Anlaşması imzalandı. Anlaşma hem Türkiye hem de Almanya’nın kaderini değiştirecek cinstendi. 1955’ten itibaren İtalya, Yunanistan ve Portekiz’den işçi alan Almanya, 1961’de Türkiye’den de işçi almaya karar verdi. Almanya Wirtschaftswunder (ekonomi mucizesi) adını verdikleri ekonomik büyümesini biraz da dışarıdan gelen bu yabancı kökenli işçilere borçludur.
Kasım 1961’de ilk Türkiyeli işçi grubu Düsseldorf’a ulaştı. Almanya’ya ilk yıl 400 işçi gönderen Türkiye, sayıyı yıllar içerisinde artırdı. Bugünlerde Almanya’daki nüfusun yüzde 4’ünü oluşturan Türkiyeliler en büyük azınlık durumundadır. Buna rağmen okullarda Çince ve Arapça seçmeli ders olarak verilirken, Türkçe’nin kapsam dışı bırakılması ile sanırım Almanya Türkiye’ye bu şekilde etmektedir.
Helmut Kohl döneminde, yabancı işçilerin ülkelerine dönmeleri için teşvik yasası çıkarıldı. Belirli koşulları yerine getiren işçilere 10 bin 500 Mark, ayrıca çocuk başına bin 500 Mark yardım ödenmesiyle, 1982 -1985 arasında 300 binin üzerinde Türkiyeli işçi ülkesine geri döndü. Zaten işçilere ülkede sürekli kalmayacaklarını da hatırlatacak şekilde “konuk işçi” (Gastarbeiter) denmesi, bir gün geri dönmelerinin isteneceğinin göstergesi olmuştu.
Gurbetçi kafileleleri Sirkeci Garı’ndan davul zurna ile yolcu edilip, Almanya ‘da coşkuyla karşılanır olmuştu. Misafir işçilerdi onlar: bugün orada, yarın anavatanlarında. Oysa zaman içinde yabancı işçi ve göç kökenli vatandaş oldular. Çoğunun geri dönüş planları, ertelendikçe ertelendi, değişti ve günbegün kalıcılaştılar. Eş, çocuklar, torunlar, yeni nesiller… Derken, bugün Almanya’da dördüncü nesle ulaştılar.
Bunun yanında kimlik, aidiyet ve entegrasyon sorunları da.‘Arada kalmış’,‘dejenere olmuş’,‘kayıp kuşak’,‘gurbetçi’,‘Almancı’,‘parçalanmış kimlikler’,‘kimlik krizi yaşayanlar’,‘tutunamayanlar’olarak nitelendirildiler; yeri geldi kendi vatanlarında da ikinci sınıf muameleye maruz kaldılar.
Almanya’da iktidara gelen her hükümet yabancılara kendi vatandaşı gözü ile bakmadı; hep hor görüldüler, itildiler, kakıldılar, ırkçı saldırılara maruz kaldılar. Yeri geldi evleri, ibadet yaptıkları ibadethaneleri kundaklandı, kurban kesmeleri engellendi, çocuklarına kiliseye gitme, baskı sonucunda din değiştirme şartı ile çifte vatandaşlık verme şantajına bile başvurdular. Sonunda çifte vatandaşlık hakkını din değiştirmeden de almış olsalar; orada bulunan kuşaklar neler kaybettiğini sonra anlayacak hale geleceklerdir.
Z kuşağına gelindiğinde artık kültürel çıkmaz ve kişilik bozukluğu en belirgin hale gelecek, kendi dilini konuşamayıp unutacak düzeye ulaşacaktır. Gençler arasında türk gelenek ve göreneklerini unutup, Avrupa’nın ahlak anlayışına yönelenler, uyuşturucu ve fuhuş batağına sürüklenenler, yer altı dünyası ile bağlantı kurup kolay para kazanmaya yönelenlerle birlikte 1961’de umuda yolculuk olarak başlayan bu serüvende kaybolan bir nesil ortaya çıkacaktır.
Neo Nazi’lerin veya diğer bir tabirle dazlakların önü alınamaz saldırılarını örgütleyenin Alman gizli istihbaratı olduğu söylense de; bu henüz kanıtlanabilir durumda değildir.
Bu kundaklanma mağdurlarından biride teyzemler olunca bu işin ciddiyetini o dönemde çok daha iyi anlar olmuştuk. Teyzemler Almanya’da ikinci dünya savaşına konu olmuş bu tarihi şehirde ekmeklerinin peşinde olan umuda yolculuk hayallerini kuranlardandı. Eniştem demir çelik fabrikasında çalışmakta, çocuklar okullarına gidip yeni yerleştikleri ülkeye adapte olmaya çalışıyorlardı. Yüksek ısıya maruz kalan kulak zarları eridiği için işitme engelli vaziyette yine de çalışmasını sürdürüyordu. Yabancı düşmanı Neo Nazi’ler o dönemde şiddet eylemlerini iyice artırmıştı. İşte o uğursuz günde Almanya’nın kuzeyindeki Lübeck kentinde 5 Eylül 1995 tarihinde Türklerin oturduğu bina kundaklandı ve çıkan yangında 2 kişi hayatını kaybetmiş, 19 kişi yaralanmıştı.
Eniştem gece vardiyasında olduğu için evde bulunmuyordu. Kundaklanma sonucu teyzem ve kuzenler itfaiye ve çevre komşuların yardımı ile ölümden kıl payı kurtulmuş ama hepside hem psikolojik hem de astım hastası olmuşlardı. Yuttukları yoğun duman sonucu ciğerlerinde ağır tahribat olmuş, zamanla düzelmiş olsa da “ acaba yine gelecekler mi” korkusu normal hayata dönüş sürecine hep sekte vurmuştur.
Diyeceğim o ki; Almanya’yı yeniden kur, inşa et; sonra işin bitince “ fick dich türkisch” yani onların dilinde “ defol ! Pis Türk” diye kapıyı göster.
Gerçek olansa şudur: Umuda yolculuk’ ta kaybolanın bizim neslimiz olduğu.