ŞİFALI ORMAN BİTKİLERİ-1
KIZILAĞAÇ
İnsanoğlunun binlerce yıldan günümüze dek özellikle modern tıbbın olmadığı eski devirlerde bitkilerden tedavi amaçlı yararlandıkları bilinmektedir. Bu bağlamda çoğunlukla kekik, nane, biberiye, tarçın, karanfil, zencefil, rezene ve mercanköşk gibi halkımızın yakından tanıdığı bitkiler daha çok kullanılmaktadır. Günümüzde de şifalı bitkiler konusu son yıllarda abartılı bir şekilde, medya ve televizyon programlarında işlenmekte olup, çoğu zaman uzman olmayan kişiler tarafından kamuoyunun yanlış bilgilendirildiğine tanık oluyoruz.
Bu yazı serisinde bugüne dek bilinen bitkilerin dışında, ormanın gizemli dünyasından örnekler verilecektir. Bunlardan bugün halkın yakından tanıdığı ancak bilmedikleri bazı şifalı ve yararlı özellikleri olan Kızılağaç bitkisi tanıtılacaktır.
Ancak konuya geçmeden önce peşinen belirtmek isterim ki; Bu yazılarda verilen ve verilecek olan bilgiler tamamen halkımızı bilgilendirme amaçlı olup, bir reçete niteliği taşımamaktadır. Yazarın ve yayınevinin bu konularda oluşabilecek herhangi bir olumsuz vakalarda hiçbir yükümlülükleri yoktur.
Kızılağaçlar, 20-30 metre boylarında, kışın yapraklarını döken boylu ağaçlardır. Genç sürgün ve tomurcukları yapışkan, tomurcuklar belirgin saplıdır. Yapraklar genellikle yumurtamsı, dairemsi ve eliptik şekillerdedir. Kenarları çift sıralı kaba dişlidir. Meyve kurulları olgun halde siyah renkte, 3-5 tanesi bir arada, her birinin çapı 1-2 cm dağılmayan bileşik kurullardır.
Kızılağaçların ülkemizde 2 türü vardır. Birincisi çoğunlukla Karadeniz bölgesinde yayılan halk arasında özellikle Ordu ve Giresun yörelerinde “Yerkin”, bilimsel adı Alnus glutinosa olan adi kızılağaç, diğeri ise genellikle Akdeniz ve Ege bölgesi iç kesimlerinde yayılan ve bilimsel adı Alnus orientalis olan doğu kızılağacıdır.
Kızılağaçlar genellikle akarsu ve dere kenarlarında, nemli dere vadilerinde iyi gelişme göstermektedir. Bununla beraber deniz seviyesinden 1200 metre, hatta, bazen 1600 metre yüksekliklere değin çıkabilmektedir.
Halkımız kızılağaçtan çoğunlukla yakacak odun olarak yararlanmakta olup, özellikle fındık tarımı yapılan alanlarda istenmeyen ağaç olarak değerlendirilmektedir. Oysa kızılağaçların köklerinde kızılağaç bakterisi (Schinzia alni) denilen faydalı bir bakteri türü yaşamakta olup, bu bakteri sayesinde ağacın kök çevresindeki toprak azotça zenginleşmekte, yani bir tür organik gübre görevi görmektedir. Bunun yanında, bol yaprak dökümü ile toprağın verimini arttırmaktadır.
Ancak fındık bahçelerinde bulunan kızılağaçlar düzenli olarak budanmalı ve alt tabakadaki fındık bitkilerinin yeterli ışık almaları sağlanmalıdır.
Kızılağaç odunları kesildiğinde hava ile temasta kırmızı bir renge dönüşmekte, bu nedenle kızılağaç adını almaktadır. Odunu hafif olup, başta kontrplak sanayinde, mobilya iskeletinde, kurşun kalem sanayinde, çay ve meyve sandıkları yapımında, su altı inşaatlarında, iskele ve kayık çekekleri ve ayrıca kabir tahtaları olarak kullanılmaktadır. Çünkü suya dayanıklı olup, uzun süre toprak altında çürümez. Yine odunlarından kızıl kayın adı ile parke sanayinde kullanılır. Ayrıca kabukları boya sanayinde deri, kumaş, halı ve kilimlere kendine özgü kızıl bir renk vermektedir.
Kızılağacın bilinmeyen bir başka yönü de genç yaprak ve sürgünleriyle kabuklarının şifalı özelliğidir. Bu organları tanik asit, tanen, gluten, alnulin, yağlar, emodin ve tuz gibi faydalı maddeler taşımaktadır.
Genç yapraklarından dolma yapılır, ayrıca çay olarak içilebilir, kan güçlendirici, idrar arttırıcı, ateş düşürücü ve barsak solucanı dökücü gibi olumlu yararları vardır. Ayrıca lohusa kadınlarda süt çoğaltıcı özelliği de bulunmaktadır.