Ana Sayfa Köşe Yazarları 28.11.2023 1144 Görüntüleme

İSTANBUL MANZARALARI 

 

     Bu İstanbul’un soğuğunu oldum olası sevmemişimdir. Çünkü karasal iklime göre buradaki soğuk ve ayaz adamın kanını donduracak cinstendir. Gerçi Sivas, Çorum, Ankara, Erzurumlular gibi karasal iklimin hakim olduğu yerde yaşayanlar,  sizdeki de bir şey mi; bizim oralarda bu soğuklar sıcak diye adlandırılır hatta sıcağında yumurta bile pişer diye bizle kafa bulsalar da karasal iklimin eksi 20-30 larında nem oranı düşük olduğu için soğuğun hissedilir olması kıyı kesimlerine göre farklılık arz eder.  

     Tipik bir Kasım ayazında uyandı tüm İstanbul yeni güne. İnsanlar birbirlerine “merhaba” “günaydın”  bile diyemeden  sokağa attılar hemen kendilerini; lakin herkesin telaşı farklı: kimisi işe yetişme telaşı, kimi iş yerini açmak için kosturmacada, memurlar mesaiye geç kalmamak için ayakları kıçına çarpa koştururken, işçiler  sabah vardiyasına yetişmek için servise kendini atmaya çabalamakta.  Havada çiseleyen yağmurla birlikte “ ıslanmayın abiler  ablalar; her cebe uygun şemsiyeler burada. İster kullan at, iser se ömürlük; hepsi de elinin altında burada. Hadi alan ıslanmıyor, alamayansa sele suya kapılıyor. Koş vatandaş koş” diyerekten bu telaştan ekmeğini çıkarmaya çalışanlarda bu kargaşada gözümüze peydahlanıyor.  

     O da ne! Gökyüzünden uğultulu şekilde denize doğru pike yapan martılar da sabah kahvaltılarını denizin dalgalı ve karanlık sularında ararken vapurun kendini belli eden o kalın sesinde sanki bir öfke mi yoksa beni niye fark eden yok dercesine bir kükreme mı olduğu bilinmez; kulağın zarını epeyce zorlayan sesiyle beraber martılar denizden aldıkları istihkaklarını kuytu yere taşırken, denizden eli boş dönenler de vapur yolcularının soğukta katılaşmış kuru simitten kendilerine atılan parçalara saldırmaktaydı.  

     Ne ilginç ki herkeste bir telaş! Martısından  işçisine, öğrencisinden, çöpçüsüne … Saat öğleni bırak daha henüz hava daha henüz aydınlanmamışken bile bunları seyredeni geçtim; okurken, yazarken ruhum daraldı; strese girdim. Yeterrrrr! Bir sakin olun; gün kaçmıyor ki kovalıyorsun kardeşim . İnsan nabzının kaç attığını bile bilmeden aslında kendini tüketiyor bu keşmekeşte .   

     Bu yazıyı başka bir yazar “ tatlı bir kosturmaca” diye yazsa şimdi bu koşturmaca tatlı mı oluyor. Geçin efendim bunları; millet birbirini çiğniyor sokak ortasında nerdeyse; tatlı koşturmacaymış.  

     O insan selinin arasında bir kedi,   beyni dönmüş, sağa sola koşuşturmakta; sanki herkes koşturuyor ben de koşturayım bari dercesine pervasızca dehşetecengiz şekilde kosturmacada.  

     Bunları seyrederken gerçekten insanın kalbi sıkışıyor. Sağ köşedeki küçük ucube yerden çıkan sıska mı sıska bir ufaklık kendinden beklenmeyen bir cevvallikle “ Çaylarrrr! Çayları alanın içi ısınır, alamayansa sinirden dudaklarını ısırır; gel vatandaş gel. Çaya bak, çaya! Tavşan kanı bunlar” Hergele bunları söylerken benim bile içesim geldi derken , enseye bir şaplakla kendime geldim. Oğlum bu soğukta ne oyalanıyorsun; seminere geç kalıyoruz diyen arkadaşın seslenmesi ile kendime geldim.  

     İstanbul başka bir şehir, başka bir dünya; anlatılmaz, yaşanır.  

     Ben seminere, sizde kendi işinize, zevzeklenmeyin bakim. Bir daha ki yazıda görüşmek üzere herkese iyi günler dilerim. Sağlıcakla kalın.  

İlginizi çekebilir

Söz veriyoruz!

Söz veriyoruz!

Kavacık Mah. Fatih Sultan Mehmet Cad. Tonoğlu Plaza No: 3/4 - +90 532 387 73 79 - BEYKOZ - İSTANBUL

Tema Tasarım | AnatoliaWeb