Ana Sayfa Köşe Yazarları 22.07.2023 813 Görüntüleme

DÜNYANIN GÖZYAŞI

Dünyanın yaşını bileniniz var mı? Nereden bileceksiniz ki! Bu işte yetkin olan jeologların tahminine göre dünyamız 4.54 milyar yıl yaşında. Allah sağlıklı uzun ömürler versin diyeceğiz de; ortadaki büyük resme bakarsan çok da uzun ömrünün olmadığını tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok.

Nedeni çok basit çünkü dünyamız ölüyor. Kim mi öldürüyor? Söyleyeyim: Kainatın en acımasız katili tarafından hunharca yok edilmekte , talan edilmekte ki; o katil tarafından atmasfore zehirli gazlar doğrudan salınmakta ve ozon tabakası delinmekte, bütün kimyasal ve evsel atıklar açık denize kanalizasyona atılır gibi atılmakta, yerleşim yeri açılmak için en bakir ormanlar katledilmekte, yeni enerji kaynağı adı altında nükleer santraller dünyanın her tarafında yaygınlaşmakta, yağmur ormanlarının rant uğruna peşkeş çekilmesi sonucunda dünyadaki iklim değişikliğinin gözle görülür derecede hissedilmesi sonucunda kutuplardaki ısı değişimi ile birlikte su seviyesinin yükselmekte i, insan eliyle meydana getirilen felaketlerin önünün açılması akla gelen çevre felaketlerinden sadece birkaçıdır bundan emin olun.

İnsanoğlu’ nun bir özelliği var ki; müdahale için hep son anı bekler. Çevrenizde olup bitenlere de bakarsanız hep aynı şeyi görürsünüz. İnsan ya hasta olunca doktora gider, ya eve  hırsız girince sağlam çelik kapı ve alarm taktırır, ya deprem olursa yapıları kuvvetlendirir, ya deniz alarm verince bunun çözümlerini düşünür, ya balıkçılık bitince avlanmaya standart ve sınırlama getirir, ya toprak kayması olursa ağaçlandırmanın önemini anlar, ya siroz olunca içkiyi kanser olunca sigarayı bırakır, ya araba bozulursa ustaya götürür. Yani diyeceğim iş bu noktalara gelmeden kılını bile kıpırdatmaz.

4.54 milyar yıl yaşında olan dünya içinde kılını kıpırdatma zamanının geldiğini anlayan insanoğlu ulusal ve uluslararası boyutta neler yapılabileceğini tartışmaya açmış ve çeşitli konferanslar ve forumlar gerçekleştirmiş; sonunda da altına imza atan ülkeleri bağlayıcı bir takım kural ve yaptırımları devreye sokmuş. Bu bile dünyayı şu anda içinde bulunduğu çıkmazdan kurtarabilmiş değil. Zira hala dünyanın pek çok yerinde ve maalesef ülkemizde de çevre felaketlerine tanık olmaktayız. Son olarak ta denizlerimizin  müsilajla kaplamasına üzülerek şahit olmaktayız. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bu yönde diğer yerel belediyelerle eşgüdümlü ortak çalışmalar yaparak güzel, planlı bir çalışma yürütmek teler. Sormazlar mı insana; bu zamana kadar nerdeydeniz! Keşke bu alınması gereken tedbirleri işler bu noktaya gelmeden alsaydınız da denizlere salınan evsel ve kimyasal atıkların önüne geçseydiniz.

Dünya da olup biten o kadar çevre felâketi var ki; hangisini söyleyeyim. 2010 yılının haziran ayı içerisinde İngiliz BP şirketinin Meksika Körfezi’ndeki petrol platformu Deepwater Horizon’un patlaması sonucunda son yılların en büyük çevre felaketlerinden biri yaşanmaya başlanmıştır. Her gün yüzlerce varil petrolün okyanusa sızması ile, İsrail büyüklüğünde bir alan petrol sızıntısı altında kalmıştır. Sızıntının durdurulamaması ve gereken önlemlerinin alınamaması felaketin boyutunu her geçen gün artırmaktadır. Patlamanın ardından, bölgedeki doğal hayatın uzun yıllar boyunca eskiye dönemeyeceği belirtilmektedir.

1945 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin attığı bombalar Japonya’ya ve dünyaya çok zarar vermiştir. Nükleer patlama sonrası atmosfere salınan kimyasallar nedeniyle dünya onarılmaz hasarlar görürken pek çok ülke günümüzde bu nükleer denemelerine halen devam etmektedir.

26 Nisan 1986’da Çernobil Nükleer İstasyonu’nda meydana gelen patlamanın ardından milyonlarca kilometrekareye radyoaktif madde yayıldı. Nükleer istasyonun yakınında yaşayan 49 bin kişi hemen tahliye edildi. Olaydan 35 yıl sonra bile bölge hala bir hayalet şehir. Yayılan radyoaktif maddeler ise sadece Ukrayna’yı değil, çevre ülkeleri de etkiledi. Çernobil reaktör kazası, 20. Yüzyılın ilk büyük nükleer kazasıdır.

Dünyada belli başlı kömür üreticisi ülkelerde cereyan etmekte olan yeraltı kömür yangınları gezegenimizin ve üzerinde yaşayanların sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Yangınlar, oksijen ve güneş ışınının uygun koşullarda bir araya gelmesiyle kendiliğinden çıkabildiği gibi çoğu kez insanlarca da başlatılabiliyor.

Türkmenistan çöllerinin ortasındaki 100 metre çapındaki bu çukur yıllardır alevler içinde kaldı. Alevlerin kaynağı ise bir sondaj kulesi. 1971’de Sovyetler Birliği’ne ait bir sondaj kulesi yanlışlıkla, bu çölün altında bulunan doğalgaz kaynağını deldi. O esnada toprak çökünce, tüm sondaj kulesi bu deliğe, yani doğalgaz kaynağına düştü. Oluşan patlamaların etkisi ile çukurdan zehirli gazlar da yayılmaya başladı. Ölümcül bir felaketin önüne geçmek için Sovyetler tüm çukuru ateşe verdi.

Mayıs 2006’da Endonezya’nın Java adasında yine gaz kaynakları üzerindeki bir sondaj çalışmasında çamur patlaması yaşandı. Volkan patlamasını andıran kazada 13 kişi öldü. O günden beri sidoarjo bölgesinde topraktan sıcak kükürtlü çamur fışkırıyor. Oluşan gaz dumanı ise şimdilik 25 kilometrekareden büyük bir alanı kaplıyor ve her gün 50 bin metreküp (bir olimpik yüzme havuzunun hacmine denk) daha artıyor. Bilim adamlarına göre bu çamur volkanı 30 yıl daha patlamaya devam edecek.

Yukarıda sayılan örneklere benzer örnekler o kadar çok ki ; burada yazmaya kalksak sanırım bir ansiklopedi olur. Çevredeki bu faciaların yanında birde dünyada var olan şu kaynaklarını bilinçsizce tüketmkte ve kurutmaktayız. Çarpık kentleşme ve artan nüfus yoğunluğu ile birlikte yeni yerleşim yeri açma ihtiyacı insanoğluna var olan koruma altında olması gereken su havzaları ve yağmur ormanlarının da bu talan içine dahil edilmesine neden olmakta ; bu da yaklaşmakta olan çevresel kıyameti öne çekmektedir.

Dünya üzerinde adil su kullanımı bilincini geliştirmek amacıyla her düzeyde en etkili kararların alınması da dahil olmak üzere, su varlığının korunması, geliştirilmesi, planlamaları, su seviyesi kullanımı yönetimi için, kritik yaşam kaynaklarının küresel sürdürülebilirliğini sağlamak amacıyla gerektiğinde siyasi taahhütler gerçekleştirilmesi yolunda çalışan Dünya Su Konseyi, her üç yılda bir farklı bir ülkede Dünya Su Forumu düzenlemektedir.

Doğal kaynaklar, metalik madenler, su, jeotermal, endüstriyel hammaddeler, kömür, petrol vb dahil geniş bir yelpazedeki doğal girdi öğelerini kapsayan genel bir kavramdır. Çevreye verdiği zararlar açısından ilk sıralarda gelen madencilik faaliyetlerinin çevre duyarlılığı ekseninde yeniden ele alınması, toplumsal duyarlılıkların da etkisiyle ülkemizde sık sık gündeme gelmektedir.

Ülkemizde mevcut düzende maden arama işletme faaliyetlerinin “ madencilik faaliyetleri izin yönetmeliği” ile kontrol altında tutulmasına rağmen özellikle Altın ve gümüş üretimi sonrasında ortaya çıkan yoğun atık, doğaya ve insana zarar vermektedir. Şirketlerin savunduklarının aksine, yoğun konsantrasyona sahip siyanür, toprağa ve suya kolayca karışır ve doğadan hemen kaybolmaz. Toprağa ve suya karıştığı için de, meyve, sebze ve içme suyundan dolayı insan bünyesine de kısa sürede tesir eder. Ölüme varana dek, birçok hastalığa da yol açmaktadır benzer madenlerin çıkarılması esnasında çevresel etki olumsuz yönde etkilemektedir. O bölgede yapılan ıslah çalışmaları ile doğal yaşama dönüş çok zor olmakta, doğa ağır tahribatlara uğramaktadır.

Tabii ki doğal kaynaklar insanların kullanımına sunulacaktır. Ama bir taraftan yaparken, diğer taraftan bozmadan, yıkmadan, öldürmeden yapılmalı. Günümüzde teknoloji bu kadar ilerlemişken doğal kaynakların gün yüzüne çevreye en zarar vererek çıkarılmasının çareleri aranmalı, maliyetten kaçmak için bu tedbirleri dikkate almayan firmalara ağır maddi yaptırımlar uygulanmalı, devlet düzeyinde bunun kontrolü üst düzeyde yetkin personel tarafından yapılmalıdır.

Ey insanoğlu; Dünya  şu an gözümün önünde ağlamakta can çekişmektedir. Bilinmelidir ki başka bir dünya yok. Bu dünya hepimizin.

Kaynakça: Vikipedi (Çevre Felaketi)

Kavacık Mah. Fatih Sultan Mehmet Cad. Tonoğlu Plaza No: 3/4 - +90 532 387 73 79 - BEYKOZ - İSTANBUL

Tema Tasarım | AnatoliaWeb