ARIZANIN MERKEZİNE SEYAHAT
Vücudumuzun en harikulade organının beyin olduğunu bilmeyeniniz yoktur sanırım. Onu tanımlamak için nasıl bir tarif kurulabilir ki? Yalnız bu küçük mucizevi organımıza vücudumuzun komutanı, generali de diyebiliriz aslında.
Beynimizi kontrol altında tutabilme becerisine sahip olanlar hayatlarını daha kaliteli bir şekilde yaşarlarken; beynine söz geçiremeyenlerin hayatı ise Nuh tufanına yakalanmaktan beter olmuştur.
İnsan beyni aslında kompleks bir yapıya sahiptir ve manipüle edilmeye de çok müsaittir. Bir dönem hatırlarsanız gazeteler kupon karşılığı stres bileziği verirlerdi; eski jenerasyon hatırlar bunu. İki ucu mıknatıslı stres bileziklerini alıp takanlar kesinlikle vücuduna bunun pozitif yönde etkisi olacağına inanırlardı. Kendilerini biraz iyi hisseden “ Allah’a şükür. İyi ki aldım o bileziği” diyerek kendisini iyi hissetmesinin sebebinin stres bileziği olduğuna inanırlardı.
Daha da eskiye gidersek; Anadolu’nun pek çok yöresinde de bilinen bir uygulama vardı. Kırık, çıkık gibi durumla karşı karşıya kalanlar hastaneye gidecekleri yerde soluğu çıkıkçıda alırlardı. Kırık, çıkık olan bölgeye taze et sarılır ve bunun o kişiyi tedavi edeceğine inanılırdı.
Buna kendini iyi hissetme anlamına gelen” placebo” denmektedir aslında. Pek çok araştırma ve makaleye de konu olan plasebo etkisi ile o kişi ağrı hissetmez veya iyi olduğuna inanır. Örneğin İkinci Dünya Savașı’nın son haftalarında Amerikan ordusunda görevli cerrah Henry Beecher son morfin ampulünü kullanmıș, elinde ağrı kesici hiçbir ilaç kalmamıştı. Fakat ağır yaralı bir askeri ameliyat etmesi gerekiyordu. Çaresiz, yaralıya morfin yerine tuzlu su içerikli bir iğne yaptı. Hastasının ağrıdan șoka gireceğini bekleyen Doktor Beecher çok șașırtıcı bir durumla karșılaștı. Yaralı asker iğneden sonra sanki morfin almıș gibi sakinleșmiș ve yapılan ameliyat sırasında da acı falan çekmemiști. Savaș bittikten Beecher, Plasebo etkisini dünyaya tanıttı. Placebo etkisine aslında “inanırsan başarırsın” da diyebiliriz.
Yani diyeceğim o ki; beynini kontrol edenlerin hayatı edemeyenlere kıyasen farkındalık içermektedir. Peki ya bu kontrolü sağlayamayanlara ne diyebiliriz ki! Onlar için hayat gerçekten zor.
Şiddete meyilli ve katil ruhlu insanların beynini kontrol edemeyen insanlar olduğunu biliyor muydunuz? Nereden bileceksiniz. Ama tabi beynini kontrol etme noktasında başarılı olamayan her kişi de şiddet yapacak veya katil olacak diye de bir şey yok; bunu da baştan söyleyeyim. Yalnız bu oran kontrol konusunda başarılı olanlara göre daha yüksektir.
Sinirbilim alanında çalışmalarıyla bilinen Jim Fallon, beyin aktiviteleri ve genler aracılığıyla psikopatların beyinlerinde olup bitenleri araştırıyorken, psikopat katillere ait beyin aktivitelerinin görüntülerini incelediği sırada, bu kişilerin orbital kortekslerinde eksiklik fark ediyor. Orbital korteks ahlaki ve sosyal davranışlarımızın ilişkili olduğu düşünülen beyin bölgesidir ve görünen oydu ki psikopat katillerde bu korteks normal bireylerinkinden daha farklıydı.
Psikopat katillerle yaptığı çalışmayla eş zamanlı olarak Alzheimer hastaları üzerinde de başka bir çalışma yürüten Fallon, Alzheimer hastalarının beyin ve gen yapıları ile sağlıklı bireylerin bulgularını karşılaştırmak için kendi ailesinden kişileri ikna etti. Alınan beyin taramalarını karşılaştırmak için masasına oturan Fallon aile bireylerinin hepsinin beyin taramalarının beklendiği gibi olduğunu fakat sadece bir tanesinde beklenmedik bir sonucun göründüğünü fark etti. Jim’in kendi beyin taraması garip bir şekilde diğer çalışmasında psikopatlarda tespit ettiği orbital korteks eksikliğini barındırıyordu. Jim bu durumla karşılaştığında kendisine şu soruyu yöneltti: peki ben neden psikopat bir katil değilim?
Jim garipsediği bu durumu bir aile toplantısında şaşkınlığını belli ederek anlattı. Jim annesinin yönlendirmesi üzere yaptığı incelemede Thomas Cornell ismindeki atasının 1667 yılında Amerika tarihinin kayda geçmiş ilk anne katili olayının faili olduğunu gördü. Bunun yanı sıra Jim’e doğrudan mirası kalan ataları arasında yedi katil vardı. Bu incelemeler sonucu dehşete kapılan Jim kendisinin de psikopat katillerle benzer biyolojik altyapıları taşıyıp taşımadığına dair incelemelerini genişletti ve kan analizine göz attı. Jim’in kan örneği de tıpkı beyin taramasında karşılaştığı sonuca benzer bulgular ortaya koydu: kan değerleri savaşçı geni için pozitif sonuçlar gösteriyordu.
Jim biyolojik bulgular ışığında psikopat ya da katil olmaya uygun bir yapıdaydı fakat psikopatlıkla uzaktan yakından alakası olmayan bir bilim adamıydı. Yaşanan bu garip durumun sonunda Jim gerçeği buldu; Jim kendisini psikopat bir katil olmaktan alıkoyan faktörün yetiştirilme biçimi ve çevre koşulları olduğunu anlamıştı.
Yani bu küçük mucizevi mücevhere sahip olan bizler ya onun efendisi olup hayatın tadını çıkaracağız; ya da o bizim efendimiz olup hayatı onun istediği gibi yaşayacağız. Seçim size kalmış.
Daha şimdiden doktorun yolunu tutanları görüyorum. Hatta daha da ileri gidip “ Doktor bey, şu benim orbital kortekse bir bakıversene Allah rızası için” diyenleri de görmedim sanmayın. Her orbital korteksi farklı olan kişi şiddete yatkın olacak diye bir şey yok. Ya da orbitral korteksi daha farklı olan katil olacak diye de net bir şey yok. Ama olabilirliği yüksek; bunu da bilin.
Siz şimdi ölene kadar unutmazsınız bu orbitral korteksi! Hay dilimi eşek arısı soksaydı da, bunu kafanıza sokmasaydım.
Aramızda kalsın; benim orbitral korteksi merak etmiyor da değilim hani!