Ana Sayfa Köşe Yazarları 27.04.2021 1555 Görüntüleme

ACİL SERVİS

Tüm dünyayı kasıp kavuran Covid-19 virüsü insanlığın elindeki tüm teknolojik imkanlara rağmen çoluk çocuk, yaşlı genç demeden öldürücü gücünü halen koruyor. 2019’un Aralık ayından bu zamana kadar geçen bir buçuk senede bu illet salgın hastalık laboratuvar ortamından mı çıktı veya bilinçli olarak dünyaya mı salındı bilinmez ; ama gerçek olan şu ki hala bu salgınla savaşı kazanamamışsak, insanoğlu olarak neleri doğru yaptık, neleri yanlış yaptık diye şapkamızı önümüze koyup bir değerlendirme yapmamız gerekir.

Buradan öncelikle geçenlerde bu illet hastalık nedeniyle kaybettiğimiz gazetemizin imtiyaz sahibi olan Tayyar AS beyefendinin kızkardeşininin kocası olan, eniştesi Orhan ÇETİN’ e Allah’tan rahmet, geride kalan yakınlarına sabır ve başsağlığı diliyorum. Bu hastalıkla mücadelede ülke olarak belki de yasakların getirmiş olduğu maddi ve manevi kaybın çok olmasından dolayı insanlarımız kurallara riayet etmediğinden dolayı pek başarı sağlayamıyoruz; hem de her ailede ya en yakınlarımızı, ya da sevdiğimiz dost, arkadaş, akrabalarımızı bizden koparmış olmasına rağmen. Dünyada baş gösteren salgın hastalıkların tarihine baktığımızda 1346-1353 yılları arasında 7 yıl devam eden kara veba nedeniyle yaklaşık 200 milyona yakın insanın öldüğü ve Avrupa nüfusunun nerdeyse yarı yarıya azaldığı, 1520-1576 yılları arasında Meksika’dan yayılan virüs nedeniyle maya uygarlığının sona erdiği, 1852-1860 yılları arasındaki kolera salgınında da milyonlarca insanın hayatını kaybettiği ve yine Çin’de 1855-1859 yılları arasında veba ile 1914-1918 yılları arasında Birinci Dünya Savaşı’nda ortaya çıkan tifus salgınında da milyonlarca insanın hayatını kaybettiğini görüyoruz. Yani bu demek oluyor ki; salgınla mücadelede sabır, kurallara riayet ve dayanışma kültürünün oturtulması gerektiği ortaya çıkıyor.

Olayın ciddiyetinin anlaşılabilmesi için covid şüphesi ile soluğu hastanenin acilinde aldığım günü yaşadıklarımı sizinle paylaşmak istiyorum. O haftanın ilk günü önce halsizlik, sonra mide bulantısı ve akabinde kas, adale ve karın ağrısı şikayetiyle karşı karşıya kaldım. Geçer diye düşündüğüm rahatsızlığımın günlük işlerimin aksamasına varacak derecede beni çaptan düşürmesinden dolayı hafta ortası hastaneye gitmeye karar verdim. Sabah kalkıp da sokağa çıktığımda ayazın o dondurucu soğuğu ile birden kendime geldim. Kasvetli havanın o ürkütücü görünümü beni daha da geriyordu. Hastanenin acil servisine yaklaştığımda ayaklarım ileri gitse de; bedenim geri gidiyor, hastaneye girmek istemiyordu. İçeri ilk adımı atıp da acil servise girdiğimde birden sanki boyut değiştirmiş gibi başka bir dünyaya adım attığımı hissettim ve tüylerim diken diken oldu. Yanından geçtiğim hastalar sanki bana çoktan teşhisi koymuş gibi bakıyorlardı. Ayaklarım sanki bana gideceğim yere eşlik edermişcesine beni hasta kabulün önüne kadar getirdi. İnsanların kimi sosyal mesafeye uyuyor, kimi uymuyordu. Sıra bana gelip te hasta kaydım yapıldıktan sonra triyaj’a yönlendirildim. Orada da şikayetim dinlendikten sonra yeşil alanda sıramı beklemeye başladım. Bu bekleyenlerin belki de bir çoğu covid hastası ve covid’li olmayanlarla iç içe ki; buradan covid’li olmayan covid’li çıkar diye düşününce göğsüm sıkışmaya, ruhum daralmaya başladı. Ne işim vardı burada; belki hasta bile değildim. Bunlarla kafam meşgulken ekranda benim numaram belirdi. İşte gidiyorum; sonun başlangıcı böyle mi oluyor acaba. Gideceğim, bir sürü tetkik, muayene ve teşhis; ardından yoğun bakım, entübe ve sonunda bay bay mı diyeceğim? Birden acildeki görevli olan doktorun ısrarlı sorusu ile kendime geliyorum. “Beyefendi nedir şikayetleriniz” Tek tek anlatıyorum kendisine. Benden ilk önce idrar ve kan tahlili, sonra da bilgisayarlı tomografi ile covid testi istiyor. Kan tahlilini verdikten sonra idrar tahlilini vereceğim bölüme gittim.  Numuneyi uzattıktan sonra “Artanını ne yapayım?” dedim. Laborant “Sakla, bir dahaki sefere kullanırsın” diyerek kahkahayı patlatıyor. Tebessüm edip oradan uzaklaşıp elimdeki fazla numuneyi tuvalete döktükten sonra bilgisayarlı tomografi yerine doğru geçiyorum. İçerdeki görevliye yeşil alandan buraya gönderildiğimi söylüyorum. Elimdeki barkodu alıp” Bekleyin burada. Birazdan çağıracağız” deyip sıramı bekliyorum. Sanırım beni en çok etkileyen yerde burası oldu. Zira orada bekleyen hastalar acil hasta ama acilin de acili olduğunu öğreniyorsun orada. Sıramı beklerken 60’lı yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim erkek bir hasta getirdiler sedye ile. Bilinci yerinde ve yanında da ona refakat eden hastabakıcı ile birlikte tomografi odasına girdiler doğrudan. Çocuğu olduğunu tahmin ettiğim yakını yaşlı gözlerle oturacak yer aradığında hemen kenara çekilip yer verdim.

“Merakımı bağışlayın. Babanız mı oluyor”

“Evet”

“Allah acil şifalar versin. Nedir hastalığı?”

“Ne olacak? Korona. Son testte negatife döndü ama organları çok hasar görmüş. Tekrar filme getirdiler ki; ne vaziyette bir görelim diye”

“Ağlamayın. İyi görünüyor babanız. İnşallah sağ salim çıkacak buradan”

“Âmin, inşallah”

Hasta, filmini çekildikten sonra hastabakıcı ve kızı ile tekrar odasına doğru yol alıp gözden kayboldu. Şimdi sıra bizde derken; birden 80 yaş civarında bir ninemizi getirdiler. Başında kenarları el işi işlemeli çemberi, burnunda oksijen maskesi, hemen yanında da oksijen tüpü ile birlikte bir hastabakıcı. Ninem ile göz göze geldik birden; sanki benden yardım istiyordu. ”Kurtar beni! Yardım et ne olur!” der gibi gözümün içine gözlerini dikmiş bakıyor; bir yandan da göğsü bir körük gibi “ bir yukarı bir aşağı” inip inip çıkıyordu. Rengim falan attı; dünyam karardı. Sanırım bu da diğer hasta gibi negatife dönmüş olacak ki, kocası olduğunu tahmin ettiğim kişi ninemin ellerini avucunun içine almış ve ona doğru dönerek:

“Eyi olcan bak Hatçe’m. Kuzuların tepişerek seni bekler.  Düveler Hatçe nine nerde der! Bah bana. Buraya beraber geldik, beraber çıkcez”

Ninemin alnı ter içinde yine aynı şekilde nefes alıp vermede zorluk çektiği belli ki; göğsü bir kabarıyor, bir iniyor. Apar topar nineyi içeri aldılar. Uzun bir mühlet geçti; ses soluk çıkmadı. Röntgen kapısının kenarında heyecandan ve telaştan yerinde duramayan kocası kasketini kafasından çıkarmış büzüp büzüp duruyor. Diğer hastalar bu kadar içerde uzun süre kalmadığı için bende merak ettim açıkçası. Derken birden kapı açıldı ve ninemin tomografi odasından çıkması ile yer gök “ Hatçemmmm” diye inleyiverdi. Ninemin üstü beyaz örtü ile örtülmüştü. Sedyenin kenarından bir eli benim tarafa doğru düştü. Kınalı elleri bana elveda der gibiydi sanki. “Yalvarırcasına bakışlarla kurtar beni dedin, ama kurtaramadım seni ninem. Affet beni. Ne yapabilirdim ki? Bu arada ciğeri yanan kocası da ninemin sedyesindeki cenazesinin başında ellerini tutarak yanık yanık ağıtlar yakmaya başladı.

Gül ağacı buğum buğum,
Üç yirine vurdum düğüm.
Gız Hatça’m ayrılıh gönü böğün
Hatça’m Hatça’m gelin mi oldun hatçam.
Derdimi ben şimdi kimlere anlatcam.

Elveda be ninem.

Ninem son yolculuğuna doğru koridorun ucunda kaybolduktan sonra tomografi sırası bana geldi. Filmi çekildikten sonra da kovid testi vermek için diğer binaya geçtim. Herkesten sanki tecrit edilmişim gibi bir his uyandırdı ayrı binaya gitmek. Sürüntü örneğini de verdikten sonra hemşire bu testin sonucunun çıkmasının 8 saati bulabileceğini, diğerleri için sonuçların ekrandan çıktığını gördükten sonra tekrar numara almam gerektiğini söyledi. Dediği gibi yapıp sıramı bekledim ve bir saat sonra sıra bana geldiğinde hemşire bana dünyaları bağışlayan o müjdeyi verdi. “Tahlillerde bir şey yok. Tomografi de de bir şey gözükmüyor. Çok büyük ihtimalle covid değilsiniz. Ama yine de emin olmak için sürüntünün sonucunu da takip edin. Zaten pozitifseniz görevli arkadaşlarımız doğrudan adresinize ilaçlarla beraber gelirler. Tekrardan geçmiş olsun. “Teşekkür ederek oradan ayrıldım. Gece negatif olduğumu da e- nabız’dan öğrendim ve hepten rahatladım ama yüreğimin bir yanı hep yanık bir şekilde kaldı. Çünkü Ninem gözümün önünden hiç gitmiyordu. Ben yoluma devam ederken, o hikayesine nokta koymak zorunda kalmıştı. Keşke o da hikayesine nokta koymasaydı da kocasına, torunlarına, kuzularına, düvelerine kavuşabilseydi. Onun, bunun, benim, senin, bizlerin, hepimizin hatası ninem ve ninem gibi bir dünya sevdiğimizi bizden, hayattan koparıp alıyor.

Lütfen daha duyarlı olalım. Ninem gibi sevdiklerimizi, yakınlarımızı kaybetmek istemiyorsak kurallara riayet edelim. İnsanların hayatını çalmayalım. Onların arkasından ağıtlar mı yakmak istersiniz yoksa el ele tutuşup neşe içinde türkü mü söylemek istersiniz. Karar size kalmış.

İlginizi çekebilir

ŞİFALI ORMAN BİTKİLERİ-16

ŞİFALI ORMAN BİTKİLERİ-16

Kavacık Mah. Fatih Sultan Mehmet Cad. Tonoğlu Plaza No: 3/4 - +90 532 387 73 79 - BEYKOZ - İSTANBUL

Tema Tasarım | AnatoliaWeb