Sesimi Duyan Var mı?
İstanbul, Manisa, Ankara derken Elâzığ’da yaşanan depremler İstanbul’da yaşanması beklenen büyük felaketi her zamankinden daha fazla düşündürmeye başladı. 1999 dan beri neredeyse 21 yıldır İstanbul’un kaynakları farklı projelere ayrılırken, deprem korkusu salınarak çıkarılan 6360 sayılı Büyükşehirler ve Kentsel dönüşüm yasası vatandaştan çok yandaş müteahhitlerin işlerini kolaylaştırdı.
Son günlerin gündemi Korona virüsü. Televizyonlar, gazeteler sanki başka bir konu kalmamış veya daha önemli değilmiş gibi her saniye alınacak önlemleri anlatıyor. Nerdeyse evden dışarı adımınızı atmayın diyecekler. Evet, ciddi bir salgın ancak daha önemli konuların hepsi göz ardı ediliyor. Yahu bırak Korana virüsünü millet zaten açlıktan ölecek. Açlıktan ölmese depremden ölecek, o da olmadı kahrından ölecek.
Cambaza bak deyip cüzdanını çalan hırsızlar gibi ya da ölümü gösterip sıtmaya razı edenler gibi sabah akşam korona virüsü. Tamam, herkes öğrendi el yıkamayı, kolonya kullanmayı, tokalaşmayıp öpüşmemeyi. Zaten devletimiz tatil etti okulları, toplu organizasyonları hatta yurt dışına çıkmayı.
Nüfusun büyük çoğunluğu büyük şehirlerde yaşıyor, doktorlar her hastalığı strese bağlıyor. Kim yaptı bize bu kötülüğü anlamak zor. Bir lokma ekmek için tükendi insanlık, doymazlık aldı başını gidiyor. Öylesine bir açlık ki hiç eksilmeyen, bitmeyen. Asliye hukuk mahkemeleri kardeşler, akrabalar arasında mal paylaşımı davaları ile dolmuş taşmış, üç kuruş para için birbirini acımasızca katleden, ezen. Ticaret yapıyormuş gibi görünen, birbirini en ufak boşluğunda kazıklayan, aldatan.
Ne oldu bize, hangi ara bu kadar yozlaştık. Hiç mi adetlerimiz, örfümüz kalmadı. Muhalefet yapacağım diyenlerin çoğu beynin arkalarında “ben nasıl bu hırsızlıkları yapamıyorum ya da ortak değilim” sorusu var. Ne oldu bağımsız, kendine yeten, üreten Türkiye hayali. Evet, böyle bir hayal uğruna canlarını verdi ecdadımız, halen vermekte şehitlerimiz. Ne zorluklar, yoklular içinde var ettik bu ülkeyi.
Peki, benim gibi düşündüklerini yazanlar, düşündükleri beğenilmeyince alelacele hapse tıkılanlar. Her gün deprem bir başka çeşidi ile oluyor, enkaz altında kalanlar bazıları tarafından hakir görülüyor hatta iyi olmuş diyenler bile var. Ancak herkes depreme farklı şekillerde maruz kalıyor. Kısacası insanlık elden gidiyor. Sizce de birlik olmak, birlikte bu hayasızlıkla mücadele etmek gerekmiyor mu? Herkes gündeminin birinci önceliğine samimiyetle birlikte huzurlu ve güvenli yaşamayı almayıp, “gemisini kurtaran kaptan” deyimine sarılırsa, bir başkasının gemisi gelir bir gün onların gemisine de çarpar. Deprem o zaman deprem.
Sesimi duyan var mı?
Esas virüs canavarca hislerle yapılan ahlaksızlıklar, haksızlıklardır. Büyüğünü küçüğünü tanımadan, kuralları kanunları umursamadan her fırsatta çıkar sağlama çabasıdır. Düşünün en son karşılıksız ne yaptınız, samimiyetle dürüstçe insanlık için hangi davranışlarınızla çocuklarınıza örnek oldunuz ya da gerçekten iyi hissettiniz. Sadece yapmamakla olmaz yapılana da göz yummamak gerekir. Unutmayın “haksızlığın karşısında susanlar dilsiz şeytandır.”
İyi bir arkadaşımın sıklıkla hatırlattığı gibi bende yazımı onun sözleri ile bitireyim.
“Hayırlı insanlıklar”
15 Mart 2020
Gökhan Taneri VURAL